kedi - Flipbook - Page 16
O dönemde Kürtçe yasaktı. eskiden
Tarık’ı, Kadir’i filan sansür kuruluna yollardık
etkilemek için kurulu. ben de Genco’yu
yolladım. bu sahnede öksür dedim. O sahne
geldiğinde öksürük nöbetine tutuldu ve kurul
duymadı orayı. Sonradan filmin avrupa
amerika serüveni başladı. O yıllarda Los
angeles olimpiyatlarında açılış filmi olarak
gösterildi. New York’ta vizyona girdi.
avrupa’da ise bütün ülkelerin televizyonlarına
satıldı. Yapımcı çok ihya oldu.
n O dönem üst üste iki filmle birlikte
toplumcu gerçekçi edebiyatın sinemadaki
yansıması gibi bir etkisi var. Gelen
eleştiriler nasıldı özellikle Avrupa’da?
Yani tabii Yılmaz amerikan sineması
kurgusunu çok severdi. Çok çabuk keserdi
montajda. hızlı gelişen filmlerdir onun. İyi bir
senaryo yazarıydı o çok. benim filmlerim ise
daha sofistikedir, özellikle ayna ve tabii
hakkari’de bir mevsim. bereketli topraklar
üzerinde ise Orhan Kemal romanıdır, düz bir
anlatı vardır, ama çok gerçekçidir. Dolayısıyla
buradaki insanlara göre en iyi filmim odur.
avrupa’dakiler ise ayna’yı daha çok sever.
bu zamana dek yapılmış avrupa’daki en iyi
filmler listesine hem de baştan girdi.
n O yıl Avrupa Filmlerinde de birinci
seçilmişti.
evet, ben önce Tarkovski’nin ayna’sı
zannettim. Fakat 1984 erden Kıral diye
görünce ikna oldum. Yani sofistike filmler
yaptım. Yılmaz daha çok halk filmleri yaptı.
Filmleri çok etkileyici ve inandırıcıydı. bana
sorarsan bir filmin iyi ya da kötü olması hiç
önemli değil. Güçlü olması önemli. Yılmaz’ın
filmleri etkilidir. Olabildiği kadar radikaldir.
Sıkıyönetim baskısı vs. var sonuçta. Şöyle
bir anım var, Duvar’ı berlin’de bir sinemada
izledim. Ve metroya geldim. Ters yöne
gitmişim. O derece etkilenmiştim. Sonra
Yılmaz bana aslında hapishaneleri ben hafif
gösterdim çok daha serttir dedi. hapishane
hayatını onun biliyorum, çünkü
hapishaneleri dolaştım bütün serüveni
boyunca. hatta bereketli Topraklar
Üzerinde’yi ona İmralı Cezaevinde götürüp
izlettim. mahkumlarla birlikte. Yanımda
oturuyordu hiç tepki vermedi ama müdürün
odasına geçtik “müdürüm ne kadar güzel
değil mi?” dedi. Öyle dolandırarak söylerdi.
‘Film bitince sahneye çık bir iki şey söyle’
demişti. mahkumlar alkışladılar.
hayatımdaki en güzel iltifatı orada aldım. bir
mahkum kalktı ve “allah razı olsun abi” dedi.
böyle günler işte. Yol’u hazırlarken de
hapishanede kaldım müdürün izniyle. Çünkü
oradaki mahkumların öyküsüdür o.
n yol’un önceki adı Bayram’dı ve 11
mahkumun öyküsü vardı.
bayram iznine çıkanları anlatır çünkü.
evet, 11 mahkumdu, ben kısaltmasını
istedim ama kabul etmedi. ama Şerif bunu
7’ye 6’ya indirirsen kabul ederim, demiş.
Vallahi ben çok mücadele ettim, 26 gün
sonra filan da aramız açıldı. hep dost kaldık
ama ben kırıldım. Isparta Cezaevine çağırdı
beni olaydan sonra. Gitmedim. bir mektup
yazdım, içten ve ağır bir mektuptu. Daha
sonra ölmeden on gün önce aradı.
helalleştik orada. İşte birisi çıkış yapacaktı
Türk sinemasında, onu da sen yaptın,
kutlarım seni, dedi. ben de sağ ol abi dedim.
Çok üzüldüm sonra, çok ağladım.
n 2005’te yolda diye bir film çektiniz
bu hikâye üzerine.
evet, Venedik’te yarıştı bu film.
Postmortem diye başlıklar atıldı, yani ölüm
sonrası. Yılmaz’ın etkileri var ama Yılmaz’ı
aşan bir film diye övgüler aldı. Türkiye’de pek
ilgi görmedi, neden dersen Yılmaz Güney’in
adı bile yasaktı bir ara. Yılmaz o dönem sen
çok eski arkadaşımsın dedi bana. Isparta’ya
gelir misin dedi. bir kış günü, yollar buz
gibiydi, kayarak böyle on küsur saat
Isparta’ya gittik ve görüştük. Dergi çıkarmam
için çağırmış. Güney’in arkadaşları adında
dedi. Çok fraksiyon var dedim. adı Güney
olsun dedim. Koşulum var, sadece kültür
sanat dergisi olursa varım dedim.
Costa gavras da oradaydı
n Ama sonra çok siyasi bir çizgiye
doğru evrildi.
Siyasi dergi oldu. Çalışanlar ve Yılmaz
Güney yüzer yıl filan cezalar aldılar yani.
ama bir şey anlatmak için de esnek olmak
lazım. Çok radikal kararlar radikal tepkiler
doğurur.
n İki dergi daha çıkardınız bu arada
çağdaş Sinema ve Gerçek Sinema.
İki dergiyi de batırdım. bununla da iftihar
ediyorum. bir ülkenin sinemasının teorik
dergisi yoksa o sinema yaşamaz. Teorik
birikimler şarttır. bir de Onat Kutlar’ın
çıkardığı bir dergi vardı. Onunla birlikte
birikim sağladık. bir kuşak yetişti oradan.
bizim kuşak sinematekte yetişti. Dünya
klasiklerini orada gördük. bizden sonrakiler
de İKSV’de emek Sineması’nda yetişti.
emek Sineması direnişinde Costa Gavras da
oradaydı. beni hırpaladılar, su da sıktılar.
Oranın yıkılmaması için çok direndik ama
olmadı. bu arada şunu da belirteyim Onat’ın
Sinematek’i bana yeterli gelmedi ve ben
Paris’e yerleştim, 1970’lerin başında. aralıklı
olarak iki yıl kaldım ve dünya klasiklerini
gördüm. Çok hayran olduğum brezilya
sinemasıyla karşılaştım yani üçüncü dünya
sineması, bu sinema anlayışı üzerine
yazarak ülkemize taşıdım, bilgilerimi
aktardım. Orada etkilendiğim bir sinemacıyla
Glober rocha ile tanıştım. brezilya’da
sıkıyönetim olduğu için Paris’te sürgün
hayatı vardı. Fakat altın vuruşla çok genç
yaşta öldü. Geniş analizler vardı Çağdaş
Sinema’da. biraz karmaşık bir sinemadır da
o. hem belgesel hem de politik sinema
örnekleridir onlar. bolivya, Peru sineması.
Solanas vardı arjantinli.
n Bu sinema estetiği sizi nasıl
etkiledi?
ben hep sıyrılmaya çalıştım etkilerden,
korktum yani, kendi sinemamı kurmaya
çalıştım. biliyorsun kendime göre bir dilim
var. Türk Sinemasına benzemeyen. bunu el
yordamıyla önsezilerle kurmaya çalıştım. İyi
bir yönetmenin önsezileri önemlidir. Yılmaz
Güney tabii bizim kuşağı çok etkiledi. bizim
kuşak Umut filmindeki faytondan indik. ben
Umut’u gördüğüm zaman şaşaladım.
Onat’ın heyecanını da anımsıyorum. Lütfi
akad de beğenmiş, güzel ama belgesel gibi,
demiş. Onat Kutlar “bizim sinemada iki
kırılma noktası vardır, Umut ve hakkari’de
bir mevsim” der. biz Türk sinemasının dilini
biraz değiştirdik. Dil soyuttu ve oyunculuklar
çok teatraldi. Oyuncu öne gelir ve uzaklara
bakardı.
n En çok hayran olduğunuz
yönetmenlerden biri sanırım Robert
Bresson. Bir söyleşide basitliğe
ulaşmaya çalıştığınızı söylemiştiniz.
Tarkovski dünya üzerinde en yalın
yönetmeni bresson’u gösteriyor, Türk
sinemasında da Lütfi akad’tır. akad çok
birikimli bir insandı, tüm bunları süzgecinden
geçirip basit mizansenler kurardı. Gerçeği
arardı ve onunki çok ağırbaşlı bir sinemadır.