kedi - Flipbook - Page 25
korhan uğur
bazı fonlar kazandık. Tabi ki üretim için
yetersizdi. Kendi öz kaynağımızı da bütçemize
dahil ettik. az kişinin olduğu bir ekip kurarak
kontrollü şekilde çekimleri yaptık. montajı
bitirdik. Sonrasında işin en zorlu aşaması
başladı: “Filmi seyirciyle bir araya getirmek:
Dağıtım.” Türkiye’de maalesef kısa filmlerimizi
seyirciyle buluşturacak bir dağıtım ağına sahip
değiliz. Sadece festivallere gönderebiliyor ya
da dijital platformlardan faydalanabiliyoruz. bu
noktada iyi bir strateji gerekiyor. biz
önceliğimizi festivallere verdik. Uluslararası
İzmir Kısa Film Festivali Türkiye’nin en iyi kısa
film festivalidir. Kısa film üreten yönetmenlere
iyi gösterim alanları sunup seyirciyle
buluşturan, yönetmenlerin ve filmlerin
gelişmesine katkı sağlayan bir festivaldir. bu
festivalden bu şekilde bahsediliyor olmama
sebep olan da Yusuf Saygı ve ekibidir. bu
anlamda ülkemize ve yönetmenlere
katkılarından ötürü onlara teşekkürü bir borç
bilirim. Kısa Film Yönetmenleri Derneğimiz ve
Dernek başkanımız Sidar Serdar Karakaş ile
birlikte dirsek temasıyla hareket ediyorlar. bu
da oldukça önemli bir duruştur.
Tekelleşmeden, imece ve birbirine destek ile
gelişebilecek bir sistem yaratmaya özen
göstermeleri de ayakta alkışlanacak bir
duruştur. Yüzme Öğreniyorum filmimiz de
Uluslararası İzmir Kısa Film Festivali’nde bu
imkanlara sahip olabilme hakkına sahip
olmuştur. Sonraki yolculuğunda ise sadece
filmimizi hak edebilecek festivallere başvuru
yaparak ilerledik. bunu söylüyorum; çünkü
rakamları giderek artan kısa film festivalleri
kirliliği var. hem ülkemizde, hem de
yurtdışında. yönetmenler filmim insanlara
ulaşsın içgüdüsüyle onca emek harcadığı
filmini olur olmaz her festivale gönderme
eğiliminde oluyor. İnsan çocuğunu hiç
tanımadığı bir yabancıya emanet eder mi?
Seda: Kısa film çok başka bir alan, hep
söylüyoruz. İlk kurmaca uzun metrajını
çekerken, kısa film deneyimlerin seni nasıl
besledi? “İki metraj arası şu kısım gerçekten
çok farklı” diyebileceğiniz noktalar neler?
Serpil: her ne kadar ilk uzun metrajımı
yönetmen olarak çekiyor olsam da; aslında
yapımcı olarak üçüncü uzun metraj filmimi
üretiyordum. O sebeple yönetmen kimliğim ile
sorunuza cevap vermek isterim:
aslında tek ve en büyük fark: “zaman”.
Uzunu ürettiğiniz zaman dilimi kısaya göre
daha uzun. Yoksa uzun çekiyorum daha çok
özen ve emek harcamalıyım gibi bir ayrıma
asla girmiyorsunuz. hatta daha önce de ifade
etmeye çalıştığım gibi, kısa uzuna göre daha
yaratıcı alanlarınızı zorladığınız bir metraj.
zamanınız kısa olduğu için çarpıcı anları
keşfetmeye yönleniyorsunuz. Uzun metrajda
anlatacağınız öykü için adımlarınızı daha sakin
atıyorsunuz. Kısanın beni en iyi beslediği alan
disiplinli, dikkatli ve amaçlı olmayı öğretmesi
oldu.
Seda: Gelelim bir zamanlar Gelecek:
2121 filminize. Filminiz, distopik bir
atmosferde, iklim sorunu ve kıtlık sebebiyle yer
altında yaşamaya başlayan koloniden bir
aileye odaklanıyor. Filmin konusunu ve fikrin
nasıl çıktığını anlatır mısınız?
Serpil: bu soruya daha önce başkalarıyla
yaptığımız röportajlarımda uzun uzun cevaplar
vermeye çalıştım. bu sefer biraz daha kısa ve
öz bir cevapla yanıtlamaya çalışayım:
“Gelecek ve yaşadığımız sistem kaygısı” bu
filmin ortaya çıkmasındaki en büyük itici
güçtür.
korhan: Serpil hikayesini ilk anlattığında
çok heyecanlandım. Çok cesur bir ilk film
olacağını söyledim. hikâyenin özü çok
güçlüydü. bizi sürükleyen o özünden
uzaklaşmadan yapabileceğimiz küçük bir
dekorla bu hikâyeyi nasıl anlatabiliriz diye
günlerce konuştuk, tartıştık, zorlandık. Düşük
bir bütçe ile bilim kurgu yapmak (İzleyici
tarafından dalga konusu olmadan, ciddi bir
hikaye anlatmak) inanın korkunç yıpratıcı bir
şey. ama biz inancımızı asla kaybetmeden
Don Kişot gibi gözümüzü karartıp daldık. İyi ki
de yapmışız. Türkiye sineması adına değerinin
çok sonradan anlaşılabileceği bir iş olduğunu
düşünüyorum.
Seda: Serpil, filminde bilimkurgu türünde
başyapıtlara pek çok referans gördüm (Star
Trek, Star Wars, 1984, ex machina, Damızlık
Kızın Öyküsü, Cesur Yeni Dünya, midsommar
vs.) Senaryoyu yazmadan önce nasıl bir
çalışma yaptın?
Serpil: 16 yaşımda 1984’ü okuduğumda
çok heyecanlanmıştım. arkasından Cesur Yeni
Dünya ise beni büyülemişti. hiçbir zaman sıkı
bir Star Wars hayranı olmadım; ama tüm
filmleri izlemişimdir. Damızlık Kızın Öyküsü ise
favori hikayelerimden biridir. Fikrin oluşumunda
da, üretiminde de ister istemez yakınlık
hissettiğiniz, hayranlık duyduğunuz sanat
yapıtlarından aldığınız referanslarla iç içe
geçebiliyor. Dünya sinema tarihinde çekilen ilk
bilim-kurgu filmi Georges melies imzası
taşıyan “aya Seyahat” filmidir. Üniversitede
yaptığım kısa filmlerdeki denemelerimle
hocalarımın bana baYaN meLIeS demesinin
de boşa olmadığını düşünüyorum. aslında tüm
bunların temelinde diyalektik materyalizme
olan inancım yatıyor. Tez, antitez ve sentez.
ben filmlerimizin “Sentez” olduğuna
inanıyorum. bilimkurgu sinemasının, gelecekte
olması muhtemel, bilimsel, dünyayı, insanlığı
ve yaşamın gidişatını büyük ölçüde
etkileyecek olaylara karşı izleyicisini uyarma
özelliği var. bu özelliği sistem üzerinden
bütünleştirerek sistemin içinden çıkın diye
seyirciye fısıldıyorum. bu fısıldamanın
oluşmasından önce de uzun okuma ve izleme
dönemi geçirdik diyerek sözü eş yazarım
Korhan’a bırakayım…
korhan: bilimkurgu türünde film yapmak
çok detaylı bir ön çalışma gerektiriyor. Sonuçta
var olmayan bir dünyayı oluşturmaya
çalışıyorsunuz. bu sebeple bu konuda
önceden yazılmış edebi eserleri ve çekilmiş
filmleri de detaylı incelemek gerekiyor. Çünkü
bu eserlerde başka eserlerin analiz edilmesiyle
oluşuyor. Ülkemizde bu türün fazla örneği
olmadığı için dünyadaki büyük eserleri es
geçemezdik. ancak onların eserlerine yeni bir
bakış açısı ve söylem eklemek zorundaydık.
Yaşadığımız çağın gelecek üzerine bize
fısıldadıklarını dinledik. Günden güne kötüye
giden dünyanın insanlardan kurtulmaya
çalışacağı onları yerin dibine sokacağı fikri,
bize bu öyküyü yazma motivasyonu sağladı.
Gençlerin bir önceki neslin hatalarının
cezalarını çekmek yerine büyük bir devrim
yapmak isteyeceklerini düşündük. böylelikle
filmin temel çatısı oluştu.
Seda: Senaryoyu birlikte yazdınız.
Senaryo aşamasından başlayarak birlikte
çalışmak nasıldı? Özellikle bakanlık desteği de
almadığınızı belirtirsek, bir filmi yapabilmeye
olanak sağlayacak imkanları nasıl
oluşturdunuz?
Serpil: bu çarpıcı sorunuz için öncelikle
size çok teşekkür ederim. her şeyden önce
istediğim tek bir üretim biçimi vardı: “bağımsız
olmak.” Kendimi sansürlemeden ilk filmimi
üretmek hedefimdi. bu tarz filmlere her ne
kadar festival filmi ya da teorideki doğru adıyla
“bağımsız Film” diyor olsak da gerçekten ne
kadar bağımsız filmler olduğunu uzun
zamandır sorguluyordum. bakanlık ya da
yurtdışındaki fonları alabilmek için, festivallere
filmim seçilsin diye yola çıkmak bir yönetmen
için korkunç bir durum! maalesef üretim
şartlarında öncelikli sorun bütçe olduğu için de
bunu yapmıyorum diyen yönetmenin de
kendini kandırdığını düşünüyorum. etrafımda
pek çok yönetmen arkadaşımdan duyduğum
bazı cümleleri size aktarmak istiyorum:
“Karakterim bu cümleyi söylerse bana
bakanlıktan para çıkmaz!” ya da “avrupa’da şu
fona seçildim; ama karakterimin Türkiye
hakkında söyledikleri övgü dolu cümleleri
atarsam daha iyi olacağını söylediler.” Şimdi
durup bir düşünelim. ben filmimi çekmeliyim
motivasyonunda olan biri, bütçesini bulabilmek
için üstelik henüz tanınan, bilinen bir yönetmen
de değilse, gerçekten ne kadar baĞImSIz
olabilir? O paraya ulaşabilmek için birilerinin
istediklerine boyun eğmek zorunda kalır. bunu
gözlemlediğimde ise tek doğru yöntemin bu